Yalnızlığın mahrumiyet ya da lüks
oluşu, kişinin yalnızlık algısına ve sosyal çevresine göre değişir.
Kişi "ilgi arsızı"
denilen cinstense, günün yirmi dört saati çevresindekiler tarafından aranıp
sorulmak ve sürekli yanında olunmak dahi ona yetmez. Onu tatmin eden şey
“birliktelik” değil, egosunun sürekli birileri tarafından okşanıp,
parlatılmasıdır.
Tam tersine asosyal tipte ise, en
yakın hissettiği kişiler tarafından bile biraz sıkça aranmak, bir takım sosyal
faaliyetlere katılma çağrıları almak, eziyet gibi gelir. İlişmez… Asosyaller
"seçilmiş" bir yalnızlığa sahiptirler genelde.
Bu iki uç algı çeşidini bir yana bırakırsak,
insanın sosyal çevresi genişledikçe yalnızlık mahrumiyetten öte lüks halini
alabilir. İş için sürekli aranıp sorulan, arkadaşlarının onu sevdikleri ya da
çeşitli şekillerde ihtiyaç duydukları için yalnız bırakmadıkları,
eşinin/sevgilisinin ilgide yoğun olduğu insanların bunalmaları kuvvetle
muhtemeldir. Zaman zaman ve hatta sıklıkla telefon kapatıp bir yerlere kaçmak
isteyebilirler ve bu hareketleri çoğunlukla çevresi tarafından anlaşılamaz.
Ancak her insan için yalnızlık
lüks değildir. Yalnızlığı seçmeyen ama yalnızlığa bir şekilde mahkum insanlar
da vardır: Çeşitli sebeplerle arkadaş edinemeyen, varsa da aranıp sorulmayan,
ilgilenilmeyen, sevgilisi/eşi ol(a)mayan, olsa da pek aranmayan, buluşulmayan,
ev-iş arası rutin içine sıkışmış, iş ile ilgili problemlerde ya da sadece
çevresindekilerin başı sıkıştığında aranan, ileri derecede yaşlanıp hayattaki
tüm yakınlarını kaybetmiş insanlar da mevcuttur. Bu tip yalnızlıklar
mahrumiyettir.
Bu kişilerin ilk etapta boş,
sıkıcı, anlatacak bir şeyleri olmadığı için ya da çirkin oldukları için
yalnızlığa mahkum oldukları düşünülebilir. Aslında pek öyle değildir… "Frekansları" çevredekilerle
uymuyordur ekseriyetle... İnsanlar muhtemelen bu kişiye çok güveniyorlar ve
başları sıkıştıkça da ilk aradıkları, dert anlattıkları, çözüm bekledikleri
kişi o oluyordur ama ilişkiler sadece bu sınırda yürütülüyordur. İleriye
geçilmez… “İşi düşüldükçe aranan iyi ve güvenilir insan” olmaya mahkum kalırlar
ve bu durumları da aileden, yakın çevreden kişiler tarafından fark edilir. Ona
kendini “sömürtmemesi” için ikazlarda bulunulur ancak kişi genelde bu ikazları
başta ciddiye almaz. Sonradan bıkma sürecine girer ve gittikçe içe kapanıp,
asosyalleşir. Yalnızlık bunalımına en çabuk düşecek insanlar da bu tipler
olmaktadır.
Çıkarcı, dedikoducu, kıskanç,
mutsuzluktan mutluluk çıkaran tiplerin de bir şekilde yalnızlığa mahkum
edilecekleri düşünülebilir ancak "kötü" diye tanımlayabileceğimiz bu
kişiler, genelde sosyal çevrenin hasını elde etmişlerdir. Nedense o
"kötü" frekans diğerleri kişileri sinek gibi çeker. “Kötü adam/kadın
karizması” bu olsa gerek (!)
Peki, insanoğlu yalnızlık
kavramını neden bu kadar çok önemser ve genelde mümkün olduğunca yalnız
kalmamaya çalışır? Cevap, insanlığın sosyal evriminde yatıyor…
İlkel zamanlarda, insanlar vahşi
hayvanlar tarafından avlanmamak, hayatta kalma olasılığını artırmak için
toplaşmaya başlamışlar. Hep verilen bilgidir "Klanlar halinde mağaralarda
yaşarlar, güçlü cins olan erkekler birlikte avlanır, kadınlar da bitki
toplar" Yani birlikte yaşamak ve işbölümü “hayat kurtarır”, yalnız kalmak
bir bakıma ölümle eşdeğerdir. İnsan beyni bu yönde kodlanmış ve evrilerek
günümüze kadar gelmiş.
İlkel insanın hayatta kalma
dürtüsüyle oluşturduğu yalnızlıktan kaçınma hali, modern zamanlarda git gide
ego problemi halini almış. Yani başkaları tarafından fazla ilgi gösterilmeyip,
bir başına bırakılan insanlar “değersiz ve ezik” olarak algılanmakta ne yazık ki…
Bu tipten algılayışların da dünya üzerindeki kültürel farklılıklara göre
değişkenlikleri mevcut. Türkiye ve benzeri kültürdeki doğu
ülkelerinde insanlar, fazlasıyla birlikte hareket eden, bireysellikten uzak
ve maalesef birbirlerinin ne dediğini, ne yaptığını, özel hayatını çokça ciddiye
alıp ona göre kendi hayatlarına ya da başkalarının hayatlarına yön vermeye
çalışan toplulukları oluşturuyorlar. Sonuçta da yalnız kalamama, mutlu olmak
için başkalarına muhtaç olma hali Batı insanına göre daha baskın olmakta.
İnsan sosyal bir varlıktır ve
diğer insanlarla iletişim halindeyken mutlu olur. Birlikte mutluluk hali de ancak
çevresindekilerle anlamlı bir “paylaşım” halindeyken meydana gelebilir. Kendi
kendisiyle baş başa kalmaktan fena halde korkan insan, aşk, arkadaşlık,
akrabalık, komşuluk gibi ilişkilerde sadece ego tatmininde bulunur ve ego
tatmini de mutluluk getirmez, doyurucu olmaz, bunalıma giden yola bir taş daha
eklemiş olur.
Gelişkin ve huzurlu bir toplum,
yalnız kalmasını da becerebilen bireylerin ilişkileriyle inşa edilir diye
düşünüyorum…