10 Eylül 2015 Perşembe

Suçlu Kim?

Şu sıralarda ülkenin yoğun şekilde yaşadığı çalkantılara herkes kendi siyasi görüşü, ideolojisi üzerinden bir sorumlu bulmaya çalışıyor; kimi AKP, kimi HDP, kimi PKK, kimi MHP, CHP vs. diyor, uzuyor böyle... Ama sorumlu tek değil, birkaç tane de değil, hepsi... İktidarı, muhalefeti, devletin çeşitli kademelerindeki muhteremler, hepsi...


İkinci Dünya Savaşı sonundan bu yana, gerçek anlamda ulusun öz çıkarları için çalışmış bir yönetici, parti lideri gelmedi ülkeye, hala da gelemez çünkü kökten Batı güdümüne, Atlantik grubuna, Nato’ya  bağlanmışız. Bunlar ta yüz yıllar öncesinden başlayarak, gelişmişlik bakımından dünyanın doğu kanadını geride bırakmış ülkeler ve dünyaca stratejik önemi olan, enerji yolları üstünde bulunan, başta petrol olmak üzere yer altı ve üstü zenginliklerle dolu ülkeleri kendi hallerinde bırakmadılar ve durum gösteriyor ki bırakmayacaklar da... İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana sıcak savaşlar çıkarmıyorlar, ordularını kullanarak işgal yoluna fazlaca başvurmuyorlar, çünkü insanları, askerleri kıymetli. Yaklaşık yetmiş yıldır yaptıkları şey, çıkarları olan ülkelerden kendileri için çalışabilecek adamlar ayarlamak: İktidar ve muhalefet partileri, basın ve medya kuruluşları, çeşitli sivil toplum örgütleri vs. Dışarıya sanki terör örgütlerinin karşısındalarmış, kendilerine tehditmiş, mücadele ediyorlarmış gibi görünürken, PKK, ISID, El Kaide vs. gibi tüm silahlı yapıları bizzat kendi yasal istihbarat kuruluşlarınca kurdurmak, terör yaratmak yoluyla hedef toplumlara kayıp verdirmek, yıldırmak, kaos ortamları yaratmak, halkları bölmek ve dizayn etmek. Kendi elleriyle yarattıkları anarşi ortamı ile askeri, sivil darbelere zemin hazırlamak ve yine kendilerine çalışan piyonlara darbe yaptırmak... Kendilerine bağlı medya kuruluşlarını, basını ve dışarıdan masum gibi görünen, hak hukuk ve “demokrasi” (!) için çalıştığını iddia eden çeşitli sivil toplum örgütlerini de kullanarak kitlesel algıyı istedikleri şekilde yönlendirmek.. Özetle, savaş dışında bir dolu pislik ve kaypak yöntemleri kullanmak, yani “emperyalizm”, bir başka deyişle “sömürgecilik”... Bu türden terimleri, özellikle "dış mihraklar” hitabını maalesef aynı mihrakların en kullanışlı adamları sanki karşısındalarmış gibi görünüp, sürekli ağızlarında sakız gibi çiğnedikleri için, halkın özellikle eğitilmiş kesimi sanki böyle bir gerçek dünyada yokmuş, tarihte ve günümüzde hiç var olmamış gibi sürekli gülüp geçiyor. Diğer kesimi de bu söylemleri ağzına sıklıkla alan kişileri baş tacı edip, bu lobilerle ortak iş götüren adamları onların karşısındaymış, vatan millet yararına çalışıyormuş gibi savunuyor. Yani iki taraflı bilinçsizlik…


Şimdi gerçek suçlular kitleleri yönetenler, yönlendirenler, iç ve dıştan ülkeyi sömürme projeleri götürenlerdir diye burada iş bitiyor mu? Her şeyden önce bizler suçluyuz, yani sömürünün, terörün hedefi olan halklar, kitleler suçlu: Biz, kendimiz yani Türk halkı (Etnik terim olarak değil, içine tüm Anadolu insanını alan ulus adı olarak Türk halkı) ve ayrıca yüz yıldan fazladır kaynatılan cadı kazanına dönmüş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın halkları en baş suçlu, iğneyi önce kendimize batıracağız. Çünkü Batı ülkelerinin hepsi beş yüz yıldan beri her yönden ileri doğru giderken bizler gerilemeyi seçtik. Onlar bilime, bilimselliğe dayalı eğitime ve akılcılığa yönelip, kendi içlerindeki sosyal ve insani ilişkileri ilerletirken, adaleti, hak, hukuk kavramlarını medeni şekilde tesis ederken, bizler var olan cehaletimizde ısrar ettik, eski, parlak, bilime önem veren dönemleri sıkıca kapattık. İçimizden çıkan aydınlara gereken önemi vermedik, hatta onları katlettik. Hayatı akılcılık ve nesnellik üzerine değil, eski tabular, bağlayıcı ve çifte standartlı gelenekler, töreler, din ve mezhepler üzerine inşa ettik.  Başta karşıt cins ilişkileri olmak üzere her türden insani ilişkiyi çatışma, kavga gürültü, taciz tecavüz, duygu sömürüsü, adam kayırmacılık, başarılı olanın ayağını kaydırma, kazık atma, hile ve dolandırıcılık, kurnazlık, kendi gibi düşünmeyeni, inanmayanı, farklı hayat tarzını benimseyeni yaşatmama, yok etme üzerine, ayrımcılık ve bölünme üzerine kurduk. Onlar sürekli şekilde “birlik” olmaya giderlerken, bizler etnik köken, din, mezhep, cinsiyet, sosyal sınıflar üzerinden safha safha bölünür olduk. Yani kısaca “Eller Ay’a giderken bizler yaya” kaldık. Yaya kalmış halkların yaşadığı topraklar, Ay’a gidenlerinkine nazaran daha da verimli, enerji kaynakları yönünden daha yoğun olunca da onların bize operasyon yapması, algılarla oynaması, iç karışıklık çıkarması gayet rahat oluyor açıkçası. Hani güzel bir laf vardır "Kaz ise kazıkla" ya da "Eşek olunca semer vuran çok olur"… İşte onu yaşıyoruz on yıllardır ve ani bir uyanış, aydınlanma, mucize falan olmadıkça da hep yaşayacağız.