10
Ekim 2015 tarihinde Ankara Garı’nda vuku bulan elim olay için herkes kendi
meşrebince daha olay taptazeyken, ilk dakikaların içinde "Olayın faili PKK
(HDP) ya da AKP (İŞİD)" diye tepki verip, sorumluyu "şıp" (!)
diye buldu. Bundan önceki benzer olaylar, uzunca bir süredir insanların
kafasında iki temel şüphe oluşturmuştu: 1. “RTE 400 milletvekili verildiği
takdirde, ülkenin huzura kavuşacağını söylüyor, demek ki sorumlusu odur” 2. “HDP
seçmeninin yoğunlukla katıldığı mitinglerde patlayan her bomba onların mağdur
olup, oy arttırmasına yarar. Demek ki sorumlu PKK”… Birbirine taban tabana zıt
görünen hatta birbirleri ile “düşman” sayılan bu iki kesim “olağan şüpheliler”
sınıfına çoktan sokulmuştu bile…
Peki, şüpheliliği bu kadar sıradan, olağan hale gelmiş legal ya
da illegal yapıların en tepedeki yöneticileri, suçlarının hemen tespit
edileceğini bile bile böyle bir eylemi yaparlar mı? Tüm hamlelerinin herkesçe
öngörüleceği bir satranç oyununa girişirler mi? Koskoca
örgütleri, kuruluşları yöneten bu adamlar, böyle bir stratejik hatayı yapacak
kadar “saf” olabilirler mi?
Her
terör eylemi sonunda haklı olarak herkes birbirine şunu soruyor: “Bu iş kim(ler)e
yarar?” Ama kendi kendilerine verdikleri cevaplar da aynı, hep bu iki “zıt”
odak… Bu odaklardan hangisine yakınsa karşısındakini suçlar nitelikte, işte bu
kadar basit düşünülüyor. Ama son birkaç yüzyıldır dünya üzerinde hüküm süren
devletler, antik kabile devletleri, basit yapılar değil. Hem kendi içlerinde,
hem ülke dışında çok fazla çıkar güden komplike ülkeler ve bunların arasındaki
en gelişmiş olanları (genelde Batı bloku) son birkaç yüz yıldır birçok ülkeyi
çeşitli şekillerde sömürüyor. İmparatorlukların
yıkıldığı son yüz yıllık süreçte ortaya çıkan ulus devletlerin hemen hepsinin
sloganları ve üzerine kurduklarını iddia ettikleri sistemler “demokrasi, insan
hakları, barış, hürriyet, adalet” vs. üzerine…
Ancak
kazın ayağı hiç de göründüğü gibi olamadı maalesef. Başta enerji yolları olmak
üzere, çıkarları bulunan ülkeleri on yıllardır bu sloganlarla sömürüyor hatta “Size
demokrasi getiriyoruz” bahanesiyle işgal edip, parçalıyorlar. Bu ülkelerin
içinde çeşitli çıkarlar üzerine anlaştıkları siyasetçi, bürokrat vs. önemli
kademelerdeki kişileri önce kullanıp, işlerine yaramaz hale getirdiklerinde ya
da arada anlaşmazlık çıktığında “deliğe” süpürebiliyorlar. Bu kişiler başta
medya olmak üzere çeşitli algı operasyonlarıyla ya halk kahramanı, büyük lider,
barış havarisi gibi gösteriliyor ya ada faşist diktatör veya terörist… Hepsi de
en acımasız yöntemlerle “deliğe süpürülmüş” (!) Irak devrik lideri Saddam ve
Libya devrik lideri Kaddafi bunlara sadece iki örnektir. Bu arada “yasal”
istihbarat örgütlerinin önce kullanıp yararlandığı ve sonra “başıbozuk terörist”
(!) ilan ettikleri kişileri de unutmayalım; Usame Bin Ladin en iyi örneklerden
biridir.
İşte,
bu tip kanlı eylemler kim(ler)in işine yarar? Çıkarları olan ülkeleri etnisite
ya da din / mezhep üzerinden bölmeye, kaos yaratmaya çalışan tüm yapılara
yarar. Halk genelde basit düşünmeye meyillidir, bu tip bilgilere “komplo
teorisi” gözüyle bakar ancak iş işten geçtikten, amaçlara ulaşıldıktan,
olayların arası iyice soğutulduktan sonra ülkeler “gizli” birtakım dosyalarını
açarlar ya da emekli olmuş görevliler anılarını araştırmacı gazetecilere
anlatırlar, aradan elli yıl falan da geçmiştir. O zaman görülür neyin ne olduğu…
Ancak artık nesil değişmiş, hafızalar da balık cinsi olduğu için yaşanan her
şey unutulmuştur. 12 Eylül 1980 darbesi öncesi yaşanan kargaşada sağ ve sol
görüşten her gün yirmi, otuz kişi çıkan çatışmalarda öldürülüyor, kentler
siyasi görüşe göre mahalle mahalle ayrılıyordu. Darbe yapıldıktan, istenen “ayar”
sağlandıktan, olaylar soğuyup ortalık durulduktan sonra zıt kardeşler, azılı
düşmanlar gibi görünen bu farklı siyasal örgütlerin perde gerisinde aynı
merkezlerden yönetildiği gerçeğine varıldığını unutmayalım. İdealler uğruna, daha
iyi bir ülke, barış, emek, kardeşlik uğruna ölen ve öldürülenler ise bu çıkar
odaklarının kullanıp attığı piyonlardan başka bir şey olmadılar.
Çok
değil sadece 35 – 40 yıl öncesi bu kadar kolay unutulmuşken, yine benzer
çıkarlar, hesaplar uğruna benzer bir filmin yeniden ortaya konması gayet
kolaydır. Eskiden yaşanan bu kaos için herhangi bir vatandaşı çevirip soracak
olsak, yine körü körüne bağlandığı siyasi partiye göre “faşist ülkücüler” ya da
“azılı gomünist kızıllar” diyecektir. Hatta birçokları da “Kenan Paşa iyi ki
darbe yaptı, halimiz haraptı” bile der… Bu kadar sığ ve tek boyutlu düşünen
halkın burnu da pislikten çıkmaz.
Eskinin yöntemi, önce kaos yaratılıp ardından askeri darbe ile çıkar
odaklarının yararına yeni düzen kurdurmaktı. Şimdinin yönteminde bu seçenek
terk edilmiş gibi görünüyor. Ortadoğu’da son yıllarda uygulanan en bilindik
operasyon, Irak örneğinde olduğu gibi, sonradan yalan olduğu açığa çıkarılacak
bir takım bahanelerle hedef ülkede kaos yaratmak, “kurtarıcı” (!) pozisyonunda Nato
güçlerinin hedef ülkeye konuşlanması, ülkenin bölünmesi ve Batı yararına yeni “kullanışlı”
(!) liderlerin başa getirilmesidir.
Son yaşanan olayda er ya da geç bir “fail” bulunacak ve resmi
makamlarca açıklanacaksa da, bu sadece gerçeğin bilinmesi gereken kısmı kadar
olacaktır, yani buz dağının görünen yüzü… Yine protestolar, yine kendine daha
düşman gördükleri kesimlere lanet okumalar, kısır döngü devam edip gidecek ne
yazık ki. Ülkemizin bu durumu her gün ölüp ölüp diriltilen bir hasta gibi; ne
tam bir iyi olma hali mevcut, ne de tümden batıyor. Tam iyi olma halini
zamanında Atatürk “tam bağımsızlık” ilkesiyle yapmış, ancak kısa süren ömrünün
hemen sonrasında her şey tepe taklak olmuş. Ya onun yaptığının benzeri bir “devrim”
gerçekleşecek ya da toptan fişimizi çekeceğiz. Aksi durumda ise üstümüzde
tepişen fillerin altındaki çimen olmaya devam edeceğiz.