29 Eylül 2017 Cuma

Sadece Suzan mı "Avcı" yoksa hepsi mi?

Son bir hafta on gündür magazin dünyasında çok kirli bir "özel hayat" gündemi oluşturdular ve bu gündem de maalesef sadece magazin olarak kalmayıp ana akım medyanın ve sosyal medyanın da ortasına düşüverdi.


Gündemin ana kahramanları Yeşim Salkım ve Gülben Ergen… Sabah programlarından birinde sunuculuk yapan Seren Serengil de yandan katılıyor olaya.  Bu ünlü kadınlar birbirleri ile aslında odağında “para” olduğu çok açık bir kavganın başrollerindeler. Çizmiş oldukları senaryonun kötü kadını Gülben Ergen, baş mağdure ve halka “iyi ve dobra dürüst kadın” olarak gösterilmeye çalışılan kişi Yeşim Salkım, onun yancısı da Seren Serengil. Gülben Ergen halen iyi para kazanan, medyada sağlam yeri olan, çeşitli sosyal sorumluluk projelerinde ismi geçen ve ayrıca yine halka “boşanmış olsa da iyi anne ve eş” olarak lanse edilen bir kişi. Yeşim Salkım ve Seren Serengil ise çok çeşitli nedenlerle artık eski ünlerini, sanat camiasındaki üretimlerini kaybetmiş kişiler. Yeşim Salkım, olayın “en zarar göreni” olarak ekranlardan bas bas bağırmakta kibir ve haset dolu, alabildiğince çirkef bir üslup kullanarak… Haklı olduğu noktalarda bile bu kötü ve son derece itici üsluptan ötürü saçma sapan durumlara düşerek…

Evet, başta da demiştim, olayı iyi okuyanlar gayet açık şekilde görebilir ki bu insanlar paranın, lüksün, tatlı hayatın kavgasını vermekteler ama nasıl? İster evlenerek, ister metres ya da sevgili şeklinde, iktidarlı, zengin iş adamları ve medya patronlarını basamak halinde kullanarak. Birbirine bilendikleri tüm hırsları bu basamak erkeklerini kazanmak / kaybetmek üstünden geliyor. Ama hepsi ortaya kendilerini “en haklı, en namuslu, en emekçi, en anne, en iyi, en en en..” şeklinde ego bin beşyüz, kibir son haddinde, çirkeflik ise tam gaz olarak atmaktalar maalesef. Halkı ve gazetecileri kendilerine taraftar diye toplamışlar, dövüşüyorlar kıyasıya… Ekranlar birer arena, kendileri Roma gladyatörü, halk tribün izleyicisi, gazeteciler amigo… Parayı, zengin adam(lar)ı ve malı götürmüş olan hemcinslerini (Gülben Ergen) ortaya almış “Seni bitireceğiz!” diye kılıç, gürz, ok, yumruk ellerinde ne varsa sallamaktalar özellikle “en kaybeden” Yeşim Salkım…

 Yeşim hanım kendini kaybetmişesine ve son derece şişik bir ego ile bas bas bağırıyor “Bu kadııınn bu kadınn zamanında benim kocamı ayarttıııı! Bu kadın senelerce evli erkeklerle düştü kalktıııı! Bu kadıın evliyken başka adamlarla kocasını aldattııı! Bu kadıııın nasıl olur da hala kariyerini sürdürür? Bu medyaaa ne kadar kirli medyaaa bu kadının trpili neredeenn! Bu kadının yerinde başkaları olsa bitirirlerdiii! Beennn kimseleri aldatmadıım! Benn kimselerin kocasıyla otel odalarında düşüp kalkmadııımm! Beenn hep evlendiiim! Beenn beenn benn..” diye

15 – 20 yıl öncesinin en zengin, iktidarlı medya patronunun eşi olması sayesinde koskoca bir müzik kanalının idaresini ele geçirerek kendi şarkılarını günde saatlerce çaldırmak, sevdiği, dost olduğu şarkıcılara kafasına göre ödül dağıttırmak ve tüm buna ek olarak feci bir tepeden bakış, kibir, küçük dağları ben yarattım üslubu ile kontesler gibi gezinmek “Medya bu kadını nasıl korur nasıl torpil geçer arkasında kim var?” gibi sorulara tezat değil midir? Zengin bir iş adamının, bir medya patronunun lüks hayat imkanlarından, resmi ilişki olan evlilik kurumu sayesinde yararlanmak, evli iş adamlarının imkanlarından metres olarak yararlanmaktan “öz” olarak daha mı masumdur? Evrensel etik kurallar yerine, toplumun çoğu iki yüzlü ve kaypak olan bacak arası namus ahlakı üstünden kendini aklamaya çalışmak işte bu son derece hazin ve çirkin tabloyu oluşturur. Etiği gözeten insan, kendi dişi tırnağı ile iyi yerlere gelir, lüks hayat şartlarını kendi emekleri ile sağlar ve eğer bir yerlerin yöneticisi olacaksa bunu bileğinin gücü ile başarır, zengin kocanın karısı olma “forsunu” (!) kullanarak değil.

Bu kadar kolay kazanılmış bir “güç” aynı hızla kaybedilir ki halkın gözünde dobra ve dürüst kadın imajını ona buna bas bas bağırıp, had bildirmeye çalışan Yeşim Salkım bunu yaşamış, ama yıllar önce yaşadığı bu kaybediş büyük ve acı bir hırs olarak günümüze kadar taşınmıştır. Kendi kaybedişlerinin tamamını günah keçisi olarak seçtiği bir insana yüklemeye çalışmaktadır.

Bu kişinin zengin kocası eğer ki zamanında bat(ırıl)masaydı, şirketlerinin adı çeşitli yolsuzluklara karışmasaydı, Gülben ve daha türlü türlü kadınlarla olan aldatmalarından dolayı ayrılmasalardı şimdi kendisi musmutlu bir medya patroniçesi, baronesi, kontesi olarak mücevherleri ve çeşitli lüks hayatı arasından hakla aynen o suçladığı Gülben Ergen gülüşüyle sırıtarak bakacaktı ama bu tatlı hayat kısa sürdü maalesef.

Magazin programı sunucularından birisi yukarıdaki gerçeği “Medyadaki torpiller ve kayırmalardan şikayetçisin ama sen de zamanında kocanın müzik kanalında kendi şarkılarını sürekli döndürdün” dediğinde verdiği “Kocamın kanalıdır istediğim gibi döndürürüm!” cevabına zaten yapılacak bir yorum yoktur. Son derece talihsiz bir açıklamadır.

Yine aynı sunucu kendisine sakin olmasını ve düzgün üslupla konuşmasını rica ettiğinde “O program senin yönetiminde değil, kanalının yönetiminde sen o kanaldan paranı alıyorsun” cevabı ise bu kadının “Parayı kim veriyorsa boru da ondadır, ben parayı verenin sözünü dinlerim” alt metinli düşüncesini ne kadar güzel yansıtmıştır ekranlardan…

Evet para, tüm kavga para üstüne ve de bu kavga esnasında gösterilmiş iki yüzlü, çarpık ahlak anlayışı… Gülben Ergen, iddialara göre gençliğinden bu yana türlü türlü –zengin- evli erkekleri “ayartıyor” onlara metres oluyor, imkanlarından yararlanıyor, kendisi evlenince de kocasını aldatıyor bu sebeple “kötü kadın, kötü eş, kötü anne” oluyor ama ne hikmetse bu kadının “ağına düşen” (!) zengin erkeklere Yeşim hanım ve onun yancısı magazinciler, Seren Serengil vesair hiçbir şey demiyorlar varsa yoksa “kocamı aldı, kocaları ayarttı”….

Hele bu magazin programı sunucularından esas işi türkücülük olan biri var ki tam evlere şenlik… Sosyal medya hesaplarından kadınlara zaman zaman yüz kızartıcı lafları saymaktan hiç çekinmeyen, vaktiyle kendisi ünlü bir kadına sevgili olarak bir yerlere gelmiş ve yine bir meslektaşı ile zamanında otel odalarında hayat kadını dövme olayına adı karışmış ama gel gör ki ekranlardan Gülben Ergen’e ahlak, namus, dürüstlük dersleri veriyor aynen Yeşim Salkım gibi bas bas bağırarak.

Bu kadın o adamlarla “düşüp kalkarken” (!) adamların içkisine Nuri Alço gibi ilaç mı katıyordu, bu adamlar bilinçsizce mi otel odalarında onunla buluşuyorlardı? Bu adamlar yıllarca kadına hasret kalmış, düşkün ya da ergenlik çağında delikanlı mıydılar?
Bu adamlar Gülben hayatlarında olsa da olmasa da o zengin imkanlardan dolayı kendi eşlerini ve sevgililerini defalarca her türlü aldatan adamlar zaten. Aralarında “aile babası” olan, evlenince “durulan”, ciddi ilişkide sadakati bilen o kadar az insan var ki… “Para bende o halde eşimi evde oturturum kendim istediğimi yaparım” mentalitesinde insanlardır bunlar.

Ah şu iki yüzlü namusçu ahlakın gözü çıksın… Erkekler dokunulmazlık zırhındadır ama onlarla beraber olan kadınlar her türlü taşlanır, recm edilir adeta. Recm edenlerin de çoğunluğunu yine kadınlar oluşturur tıpkı Yeşim Salkım zihniyetindekiler gibi...

Ekranlardan ağzı köpüre köpüre “Bu kadııınn bu haliyle iyi anne olamazzz bu kadının çocukları annelerinin ne mal olduklarını öğrenmelileeer bu kadının kariyeri daha böyle devam edemeeezz Bu kadııın namuslu rolü yapamaz!” diye bağıran Yeşim Salkım, kendi egosunun kocamanlığından dolayı öncelikle iki küçük çocuğa nasıl kötülük yaptığının farkında değil. Evet “kadın kadının kurdu” diyor kendileri ancak baş kurt olduğundan acaba haberi var mı? Yok olmuş bir empati hissiyle, masum, annelerinden bağımsız küçücük çocukların “Senin annen bir o..uydu, senin annen kötü kadındı” söylemlerini duymaları için çabalaması nasıl bir Şeytani dürtünün ürünüdür?

Kariyeri sırf evli erkekleri ayarttı ve evliyken kocasını aldattı diye bitirilecekse, bu kadar iş adamı defalarca karılarını hem Gülben Ergen hem de sayısız başka kadınla aldatırken neden hala o maroken deri koltuklarında oturup “başarılı iş adamı” hayatlarını sürdürürler? Erkek olmak buna engel mi teşkil ediyor? Mesela neden karısı Hülya Avşar’ı defalarca aldatmış Kaya Çilingiroğlu “bitirilmiyor” ? Bir yanda boşamadığı resmi nikahlı karısı, beri yanda sürüsüne bereket “onlar benim malım” (!) diyen, “ortanca” (!) çiçekleri ile fink atan Ali Ağaoğlu hangi yüzle büyük müteahhitliğine devam edebiliyor?

Bunları sorguluyor mu Yeşim Salkım gibileri? Hayır!... Ondan sonra ekrandan “Beenn yıllardııırr işsiziiim çaresiziiim!… İş adamı eşim de beni tehdit ettiiii zor ayrıldııımmm! Been paragöz değiliiimmm! Ondan sonraki kocam şöyle parasızdııı böyle fakirdiii! Been çok hastalandıımm ühüüü hüü!” diye salya sümük hırsından ağlayarak kendini acımlık hale düşürmesi ibretliktir. Sırf kendi kişisel para ve lüks hırslarından dolayı kaybettiğinde, nasıl da kendini aklayıp paklayıp acındırıp her pisliği başkasına atıp, kötü bir karakteri iyi gösterme çabasıdır. Halk mı? Halk da bu numaraları yer çoğu yer ve hak verir çünkü kafasında şablonlar vardır, gözünde at gözlükleri taşır, etik ahlak değil iki yüzlü namusçu ahlaktır rehberi…

Taciz – tecavüz, işkence, cana kast, hayvan ve çocuk istismarı, ensest haricinde aldatma aldatılma sadakatsizlik olaylarının hesapları yalnız ve yalnızca o olayın içinde bulunanlar tarafından görülmeli, evlilik bağı var ise mahkemelerde mağdurlar gerekli tazminatları gerekli kişilerden almalıdırlar. Ne ünlüsü ne ünsüzü böyle meseleler üçüncü, dördüncü beşinci şahısların ve halkın önüne getirilmez, ağızlara sakız, ortamlara meze yapılmaz yapılmamalıdır. Ama aynı iki yüzlü namusçu ahlak anlayışı “özelde” kalması ve hesap verilmesi gereken konuları da mercek altına almaya bayılır. Ünlü ya da ünsüz olsun medya bu konuları işlemeye ve bunlardan reyting kazanmaya bayılır. Kanallardan “kanalizasyon suları” akmaktadır ve toplum bunları büyük iştahla lıkır lıkır içer.

Evet, kaç gündür ekranlarda çizilen Gülben Ergen portresi, eski Türk filmlerinde Suzan Avcı’nın canlandırdığı “Bekar kadın ise gözüne kestirdiği her evli –zengin- erkeği ayartır, imkanlarını kullanır. Evliyse –zenginle- kocasını da çeşitli gönül eğlenceleri için ayarttığı başka erkeklerle aldatır” tarzında tanımlanabilecek bir şekil halinde sunuldu halka.



Suzan Avcı canlandırdığı rollerde soyadı gibi “avcı”… Peki “tek” avcı mı? Onu suçlayanlar paranın, lüksün, ünün avcısı değiller mi?







31 Ağustos 2017 Perşembe

Negatiflikte pozitif ayrımcılık

Eskiden bir ilişkide ne hatalar, kazıklar, ayıplar, aldatmalar olursa olsun daima kadını suçlama yönüne gidilir, erkeğe hep "kadın tarafından aldatılmış" masum insan kılığı giydirilirdi hala var bu anlayış bitmedi, devam ediyor ama yavaştan ibre tersine dönüyor ama nasıl?


İbre kadın lehine öyle bir döndürüldü ki terazinin şirazesi kaçtı denebilir. Artık bazı çevrelerce bir kadın ne yaparsa yapsın, ikili ilişkilerde erkeğe maddi manevi ne zararlar verirse versin "daima haklı"… Eğer varsa hatası hep erkekler yüzünden, kendi yetişkin kadın bilinci yok, çocuk gibi kandırılıyor erkekler şeytan, pis...

Bakın, bu feminizm değil olsa olsa "feminazi" olur, erkek düşmanlığı olur. Kadınların masum, bilinçsiz, çocuk gibi ve akıllarından asla olumsuz şeyler geçmeyen bebeksi canlılar olduğu fikri zaten kadının şahsiyetine hakaret... Her insan gibi kadınların da akıllarından her türlü ego bazlı menfilikler geçer ama vicdanı, olgun kişiliği varsa bu kötülükleri yapmaz. İnsan olmak budur zaten. Ötekisi acziyettir, "fıtratında kötülük olmadığı için kötülük yapamayan" tip demektir, yok böyle bişey...

Kadınların pek çoğunun erkekler gibi fiziksel baskı, şiddet kuramamasının en büyük nedeni fiziksel güçsüzlük ve erkekteki testosteronun yol açtığı cesaret dürtüsünü o denli yoğun içlerinde taşımamalarıdır. Yoksa fırsatı bulduğu anda vicdanını rafa kaldırmış kadın her türlü kötülüğü yapabilir ve yapıyor da zaten. En azından diliyle, dırdırıyla, ağır söylemleri ile, edepsizlikleri ile hemcinslerine de erkeklere de rahatlıkla zarar verebilir. Erkeğin kadın kadar zehirli dille yılan gibi sokma becerisi yoktur daha fizikseldirler.



Lütfen biz kadınları sırf "kadın" olduğumuz için yükseltmeyin, iltimas geçmeyin, azcık objektif olun, her insanı cinsiyetten bağımsız ayrı ayrı değerlendirin, yaptıklarına bakın... Kadınlara bazı konularda "pozitif ayrımcılık" uygulanır ama bu suçlarda, kötü davranışlarda olmasın yoksa ipin ucu kaçar, kabul gördükçe her olumsuz davranış kanser gibi yayılır.







25 Mart 2017 Cumartesi

Aklın önündeki güzellik

Kadınların en büyük sorunlarından biridir, erkeklerin kendi fikirlerine fazla önem vermeyip, direkt fiziklerinin güzelliği ya da çirkinlikleriyle ilgilenmeleri... Bu serzenişte haklıdırlar, lakin birkaç açıdan irdelenmesi gerekir:


Her şeyden önce, sadece kadın değil, tüm canlı varlıklar nesnel dünyada yaşıyorlar ve bir bedene sahipler. İnsan dahil her canlı -bazı türler hariç- karşısındakinin önce görüntüsü ile "ilk izlenim" oluşturur ve bu izlenim sonrakilerin temelidir. Evrimsel gelişimimiz bu yönde olmuş. Bu gelişim eğer farklı bir yöne sapacaksa, insanlığın daha kat edeceği çok yol vardır:) Beynimizdeki nöronların bir birileri ile etkileşimi alınıp bir bilgisayara yüklenmedikçe ve insanlar kendi varlıklarını tamamen dijital / sanal platforma taşımadıkça birbirlerini ön koşul olarak dış görünüşle değerlendirmeye devam edeceklerdir. Güzellik kadına atfedildiği sürece, özellikle kadın üstünde bu baskı sürecektir.

İkincisi ise kadının fikirlerinin muhteviyatıdır. "Fikirlerim önemsensin" diyen bir kadının ürettiği zihinsel ürünlerin kalitesi nedir? Genel geçer, basma kalıp klişe fikirleri tekrara mı edip durmaktadır? Yoksa ayakları yere sağlam basan orjinal fikirler mi üretmiştir? Klişe sözlerle, fikirlerle tüm hayatını geçiren milyonlarca kadın -daha doğrusu insan- var. Böyle bir kişinin fikirleri, diğerleri arasında asla dikkat çekmez. Diğer kişilere ilham olmaz, sıradandır. O halde fikrine önem verilmesini isteyen bir kadın, zihinsel gelişimi için yoğun emek harcamak durumundadır.

Üçüncüsü, kadının kimlere hitap ettiği sorunudur. Kendince fikir üreten kadın kimleri hedef almıştır? Bir kadının fikirleri sağlam ve orjinal olduğu halde onu kaale almayan, hatta aşağılayan ve sadece dış görünüşüne odaklanan milyonlarca erkek var, evet acı gerçek. Bunlar:


1.       Kendileri de entelektüel olup ancak cinsiyetçi şartlandırmlarından vaz geçememiş erkekler… Bunlar sanat ve bilim çevrelerinde çok görülürler. Özellikle pek çok bilim kadını ve sanatçı, geçtiğimiz yüzyıllarda bu tarz erkeklerin engellemeleri ile karşılaşmışlardır.

2.       Vasat zeka düzeyinde, zihinsel gelişimi için fazla çaba harcamamış erkekler… Herkes kendisine verilenin ancak algılayacağı kadarını alır. Burada kadının yapacağı bir şey yoktur. Bir kadının bu adamlar için boşa nefes tüketmesi nafiledir.

3.       Zeka düzeyi o kadar da vasat olmayan lakin birim gibi cinsel tabuların sıkı olduğu toplumlardaki cinsel tatminsiz milyonlar… Türkiye’de kadınların en şikayetçi oldukları konu budur. Ancak sadece şikayetle sorun çözülmez, el ele vererek saçma tabulardan kurtulup, alt seviye tatminleri sağlayıp, üst seviye entelektüel faaliyetler için enerji bulmak lazımdır. “Ahlaksız Batı” (!) diye aşağılanan gelişkin ülkeler sorunun bu kısmını çözdükleri için ilerleme sağladılar. Kullandığımız tüm teknoloji, kadın erkek birlikte çalışan insanların icatlarıdır. İlkel dürtülerin tatmini sorunu çözülemedikçe erkeklerin çoğunluğu bir kadının fikrinden ziyade sadece fiziğine odaklanacaktır.

İşte bu yüzden kadınların hedef erkek kitlesi, hem entelektüel olarak kendini geliştirmiş hem de cinsel tabuların engeline takılmamış kişilerdir. Diğerlerinin gözüne girmek için çabalamak nafiledir, kişiye stres yükleyerek psikolojilerinin bozulmasına sebep olur. Zaten ne kadar olumsuz olursa da bu insanlar, er ya da geç kadınlara olan bakışlarında değişme olasılığı vardır. İnsanların hayatı en baştan sonuna kadar dümdüz gitmez, illa ki birileri o kişiyi etkiler, değiştirir. Fikir üreten kadınların olaya bir de bu yönden bakmasında yarar vardır. Ayrıca, gerçekten sağlam ve orijinal fikirleri olan, bunu ifade edebilen bir kadının özgüveni de olur,  fiziğinin güzelliğine de vurgu yapılmasından rahatsız olmaz. Kişiliği olduğu kadar da dişiliği olduğunun bilincindedir. Bir insan ne salt zihin, ne de salt bedendir.  Denge şarttır…



Fotoğrafta görülen güzel kişi, eski aktrist Hedy Lamarr… Hiçbir akademik ünvanı yoktu, bilim kadını değildi, 18 yaşından itibaren sinema endüstrisi içinde buldu kendini. Ama şu anda kullandığımız wi- fi, bluetooth, kablosuz iletim sistemlerinin temelini ona borçluyuz.

Hayat hikayesi için: https://tr.wikipedia.org/wiki/Hedy_Lamarr







20 Mart 2017 Pazartesi

Nedir medeniyet?

Türkiye'de sıkça yapılan bir tartışmadır "Medeniyet kıçını başını açmak, içip içip sarhoş olmak, onla bunla gezip tozmak mıdır? Aayy o zaman hayvanlar da medenii hıh!" tarzı sığ atışmalar...

Bu cümleleri geleneksel yapıdan gelmiş, taassup sahibi kişiler -illa ki dinci ve tesettürlü olmak zorunda değiller, her tür inanç(sız)lık ve ideolojiden olabilirler- sarf eder genelde, özgürlükçü ve demokrat kalmaya çalışan bireylere...

Çoğu da bu cümlenin cevabını bilir ama işine gelmez tabii alışıldık iki yüzlü düzeni bozulmasın diye. Hayır, medeniyet o dediklerinizden değildir ancak o sevmediğiniz, kişisel olarak benimsemediğiniz, farklı gördüğünüz hayat tarzlarına da sizin kendi sınırlarınız içine girilmedikçe karışmamak, sosyal, dini ve siyasi baskı yapmamaktır. Yani tipik "mahalle baskısı" olayını bırakmaktır medeniyet.

Bir kişi alkol alıp trafiğe çıkmıyorsa, size sarkmıyor, saldırmıyorsa o kişinin içkisine karışamaz, baskı yapamazsınız. Ama içkinin zararları konusunda kişiyi rencide etmeden uyarabilirsiniz, ısrar etmeden... Keza kendi açık giyim şeklini ya da gezip tozmasını, hovardalığını size dayatmıyorsa "Ulan sen de benim gibi olacaksın!" demiyorsa onu engelleyemezsiniz. Ki zaten bu tarz kişiler tutup da baskı yapmaz, istisnalar hariç. Tacizler ve baskılar çoğunlukla dini inançları kuvvetli ve sıkı, geleneksel hayat tarzına sahip insanlardan gelir.

Evet, bu ülkede tersi de olur elbet, ortalamaya göre daha serbest, açık yaşayan, ülkenin baskın din kalıbını uygulamayan ya da inançsız (veya farklı inançta) kişiler gelenekselcileri taciz edebilir, türbanına, sakalına vs. hadsizce karışabilir. Bunun bence en büyük psikolojik nedeni etki - tepki kuralı yani kapalı bir hayat tarzının baskın şekilde diğer yaşam şekillerini kendine uydurma hali ve hatta örgütlü terörize boyutu en sonunda büyük bir tepki oluşturuyor, tepkiler de dengesini şaşırıp, zembereği boşaltıyor. O ona verip veriştiriyor, beriki buna saydırıyor, birileri birileriyle gırtlaklaşıyor...

Peki niye mutaassıp insan bunu yapar? Yani sadece kendi sınırları dahilinde kalamaz da herkese karışmaya çalışır? En birincil nedeni bence "keskin sınırlar"... Doğada hiçbir canlı, insan dahil, tornada işlenmiş gibi keskin sınırlarla, bir esneklik payı bırakmadan, psikolojisini / fizyolojisini bozmaksızın sağlıklı yaşayamaz. Keskin sınırlara kendini hapsetmiş insan er ya da geç mutsuz olur ve bunun acısını da esnekliği olan herkesten ve her şeyden çıkarmaya çalışır "Ben bu halde isem sen de olacaksın!" ...

Eğer tam anlamı ile "medeni" bir toplumdan bahsediyorsak, farklı hayat tarzları arasında bu çekişmeler olmaz çünkü saygı sınırları vardır, insanların özel hayat dairelerinde kırmızı çizgileri vardır, kimse o sınırı aşmaya yeltenmez, kendinde bu hakkı görmez, haddini bilir ancak kendi sınırlarının içine geçilir ise makul yollardan hakkını arar. Örneğin apartmanda üst katta yüksek sesle metal dinleyen kişinin dinlediği metal müziğine, müzik zevkine karışmaz ama gürültüsü yüzünden kendisini ikaz eder. Alkol alıp taciz eden arkadaşının içkisine karışmaz ama fazla içtiğinde kendini kaybedip rahatsız ettiği için uyarır. Apartmanda nikahsız yaşayan çift her gece kavga kıyamet koparıyorsa, nikahsız oluşlarına değil, apartmanın huzurunu bozmalarına odaklanır vs.


Kişilerin kendileri için uyguladıkları hayatı diğerlerine de tavsiye etmesi yani bir çeşit "misyonerlik" ile bunu sözlü ya da fiziksel taciz ve baskı boyutuna getirilmesi arasında ince bir çizgi vardır. Medeniyet, kişisel sınırlarının farkında olabilme halidir.....







14 Mart 2017 Salı

Ne Mars'tan, ne Venüs'ten, kadın da erkek de "Dünyadan"

Ne kadın Venüs'ten ne de erkek Mars'tan, hepimiz kadın erkek Dünyalıyız... Bence bunun farkında olmak lazım.


Bi video çekilmişti izleyenler bilir yetişkin kadınlara "Kız gibi koş" dendiğinde kadınlara atfedilen hal ve hareketlerde, oldukça baygın ve komik bir koşu stili sundular jüriye. Ergenlik çağına yeni girmiş küçük genç kızlara aynısı söylendiğinde hiç öyle kıvırıp, etmeden "normal" şekilde koşu tarzı sundular, erkeklerden bi farkı olmayan... Fark olsa olsa, kassal yapıdan dolayı erkeğe göre daha düşük hız olabilirdi.

Şunu söylemek istiyorum, kadın ve erkek biz insanların tasvir ettiği kadar farklı değil. Biyolojik bakımdan eşit güçte birbirini çeken, ihtiyaç duyan, birbirini tamamlayan insan canlıları iki cins te... Ancak içinde yetiştiğimiz çevre, hepimize biyolojik yapıdan çok uzakta "sosyal" kadınlık ve erkeklik rolleri sunuyor. Ve birbirimizden fersah fersah uzakta, birbirini anlayamayan, biri Hanya'ya diğeri Konya'ya koşan, duyguları, fikirleri 180 derece ters iki cins ortaya çıkıyor. Bir çatışma, uzlaşmazlık hali...

Küçük kızlar henüz bu sosyal rollere tam olarak bulaşmadığından, kendilerini erkeklerden bu denli ayırmıyorlar, o yüzden bu "kız gibi koş" emrinde normal hareketle gösteriyorlar. Bir ergen kız çok rahatlıkla aşık olabiliyor, kalbini rahatlıkla açabiliyor. Aşık olduğu delikanlı genelde yakışıklı ve birlikte gülüp eğlendiği kişi oluyor ve genç kız erkeği istemediği anda da bir başkasına rahatlıkla gönlünü kaptırabiliyor.  "Ergen hali işte" deyip geçiyoruz ama kız çocuğu "öz" olanı yapıyor keza erkek çocukları da öyle.

Oysa yetişkin kadının sosyal rollere adaptasyonu yıllar olmuş, kendini rolüne iyice kaptırmış, yaşamsal tüm fonksiyonları, istekleri, düşünceleri buna ayarlı oluyor. Yetişkin kadın sırf görsel yönden beğendi ve kanı kaynadı, beraber iyi vakit geçirdi diye bir adamla sevgili olamıyor, istese bile... Sosyal rollerde ona "öğretilmiş" bir sürü kıstas var çünkü paralı olsun, kariyeri daha üstün olsun, ailesi saygın olsun, erkeğin tipsizi olmaz, sen kendini güzelleştir, adamı elinde tutmaya bak ama o seni elinde tutmasa da olur çünkü sen öyle istediğin anda eş değiştiremezsin, şusu olsun, busu olsun, sen şöle ol, böle olma vesair.... Bu kıstasların belki bir çoğu gerekli ancak o kadar çok ayrıntı vardır ve bu ayrıntılarda öylesine boğulur ki kadın, kendi "öz" ünden artık ışık yılları kadar uzaktır. Keza erkeğin de öyle. Ama erkeğin ufak bir şansı var: Sosyal rollerde "biyolojik doğasına" uyması açısından daha çok iltimas geçiliyor. Biyolojik olarak zaten kadın kadar seçici değil, bunun üstüne de çok fazla şey konmuyor, daha rahat. Temel sorunu ise para kazanmak. Evet sorun büyük ama daha bi derli toplu. Kadınlarınki kadar karmaşık değil, sade.


İşte hep sorulur ya "Bu kadınlar gerçekte ne ister?" diye kadınlar da tam olarak bilememeye başlarlar gerçekte ne istediklerini, özlerinden uzaklaştırıldıkları için. İstediklerinin, dediklerinin çoğu sosyal rollerin şekillendirmeleridir. Özlerini fark edip yaşamaları toplumsal açıdan terstir, ayıptır. Kadınlar bastırılmıştır. Bu bastırılmışlık ya çevresine aşırı fedakarlık, kendini hiç sayma şeklinde ya da tersi etki - tepki ile neredeyse erkeğe düşman hale gelmiş bir protest halle tezahür eder kendini. Bunlar iki uçtur, biz kadınlar bu iki uç arasında gider geliriz. Dengeyi tutturanımız, "kendini" bulanımız çok azdır. Bunun için ise iyi bir ortam lazımdır. Yargılanmalardan, suçlanmalardan, ayıp ve günahlardan, mal yerine konmalardan uzakta ortamlar...



Kadın ve erkek el ele ancak "Dünyalı "olabilirse mutlu olur. Yoksa biz hep Venüs'te, erkekler Mars'ta kavuşmadan ölmek var…







17 Şubat 2017 Cuma

Sosyal medyada taciz nedir?

Sosyal medyada taciz nedir?


Ülkemizde yaklaşık 10 yıllık geçmişi olan Feys ve ardından pıtrak gibi gelen diğer sosyal medya araçlarındaki bitmeyen sorunsalımız... Taciz derken, insanın insana cinsiyetten bağımsız değil, bir erkeğin kadına olan tacizinden bahsediyorum. Taassubun, ilişki(siz)liğin, kaç göçün, bacak arasındaki namusun köy, kasaba, büyük şehir demeden ufak tefek özgürlük alanları hariç, neredeyse aynı zihniyette yaşandığı caanım yurdumda elbet böyle bir "sanal alem" sorunumuz olacaktı.

Taciz, bir kişinin usturuplu, hakaretsiz, argosuz, küfür kıyametsiz tarzla sizin ahlak normlarınıza uymayan, kabul edemeyeceğiniz, kendinizce tiksindirici, aşağılık gördüğünüz bir şeyi size teklif etmesi, göstermesi vs. değildir. Taciz, karşınızdakine bundan ötürü rahatsız olduğunzu bildirdiğiniz halde, yapılan bir teklifi ret ettiğiniz halde devam varsa oluşur. Devamlılık halinde sanal alemde iş çok kolaydır, "engel" seçeneğine basılır, kişi teklifleriyle birlikte yok edilir. Bu kadar...

Tabii bu dediğim her iki taraf ta yetişkinse geçerli. Taraflardan biri 18 yaş altı ise, yetişkin bir kişinin 18 yaş altına kanunen uygun olmayan tekliflerde bulunması tacizden de öte, sapıklıktır ve engel basmaktan öte gerekli merciilere ihbar edilmelidir.

Yetişkin birisi, ortalama anlayıştan daha "marjinal" mahrem hayat yaşamak istiyor ve bunun teklifini yine bir başka yetişkine sunuyorsa, bu ne sapkınlıktır ne de tacizdir. İlla ki erkekten kadına gelmesi de gerekmez, kadından erkeğe de gelebilir, ya da aynı cinsten iki kişi arasında da olabilir. Burada üslup önemlidir, zira küfür ve hakaretle sözlere başlamak ya da tehdit etmek sanalda suç teşkil eder. Suçlar zaten yetkili merciilere bildirilmelidir.

Kişi dindar olabilir, mutaassıp olabilir, karşıt cinsle arasında kalın duvarlar olabilir, evlidir, ilişkisi vardır ihanet etmek istemez, bunlar kişinin tercihleridir, özgür toplumlarda saygı görür ama bu tarz duvarları olmayanları aşağılamak, gelen mesajı ifşa etmek bence ayıptır. Yeni dalga feminizmin bence yaptığı en büyük yanlışlardandır. “Yeni dalga” diyorum çünkü ben de kendimi feminist olarak tanımlarım ama feminist bir kişinin de bir erkekten gelebilecek ilişki, flört ya da salt cinsellik içeren mesajına ataerkil kalıpların biz kadınlara biçtiği gömleğin içindeymiş gibi tepki vermesi ters geliyor açıkçası. Kişinin arzusuna göre mesaja olumlu ya da olumsuz bir yanıt yazılır, eğer cevap ret ise ve karşıdaki bir cümle daha yazarsa uzatılmadan engellenir. Bunun için sinir harbi yapılmasına gerek yoktur. İki taraf ta yetişkindir, ne yaptığını bilir, özgürdür ve atacağı her adımın sorumluluğunu almıştır.

Bir kadın olarak kişiliğimin yanında “dişiliğim” olduğunu da biliyor ve kabul ediyorum. Bu dişilik öyle ya da böyle ilgi çekecektir ben yaşadıkça, kendime baktıkça ve sağlığım devam ettikçe. Birileri ilgilenecektir elbet. Bundan hiç utanmıyorum, utandıranlar ataerkil sistemin gardiyanlarıdır, bunlara uymuyorum. Özgür bir insan isem atacağım adımların da sorumluluğunu almışım demektir. Çeşitli şekillerde ilgisi olan ve bana bunu uygun sözlerle, mertçe,kıvırmadan beyan edenlere karşı –kendi medeni / ilişkisel durumuma göre- gerekli cevapları insanca verebilirim. Bu tarz mesajları aldım diye kadınlığım ya da insanlığım küçülmüyor, bilakis “hayatta” olduğumu hissediyorum.



Kadın da erkek te iki taraf ta birbirine her yönden lazım, küstürmeyelim birbirimizi şu kısacık hayatta…………Gelişip, büyüyelim, bu kadar……….














14 Şubat 2017 Salı

Aşkın temelindeki bariyer: "Şoray kanunları" ...

Bugün Sevgililer Günü… Pek çok yerde olan çiçekli böcekli, kalbi, ruhani hissiyatlar muhabbetine girmeyip, azcık Haydar Dümen tarzı birkaç söz söyleyeceğim izninizle:


Kadın - erkek (dişi - erkek) ilişkisi, doğada eşeyli çoğalan bütün türlerin, üremek amacı için bir araya geldikleri ilişki şeklidir. Biz insanlar, milyon yıllar içinde geçirdiğimiz evrimle diğerlerinden daha fazla zeka kazanıp, doğal gerçeklikleri kendi kafamıza göre yorumlamaya başlayınca, tüm hayatımız diğer canlılardan çok daha karmaşık bir hale geldi ve dolayısı ile üreme amaçlı bu ilişki de insan denen canlıya haddinden fazla gerginlikler, yükler bindirecek kadar karmaşıklaştı.

İlişkilerdeki bu kompleks yapının nedenleri niçinleri çok tartışmalıdır ve burada anlatmak uzun zaman alır, farklı bir tartışma konusu yapılmalıdır. Karmaşıklığın tüm sebeplerinden ziyade, işin cinsellik boyutunu ana hatları ile çizersek:


İnsan, karşıt cinsler arası ilişkisinde, cinsel eylemlerini yine kendisi tarafından baskılamış, kendi kurduğu din / inanç sistemlerince günah saymış, ayıplamış, yok gibi davranmaya çalışmış, bunu yaşarken de çok sıkı kurallara bağlamış ancak bir o kadar da bu eylemden diğer türlere göre çok daha fazla zevk alabilen, bunu da salt üreme amacı dışına taşıyabilmiş yegane canlıdır. İnsanın çok zevk aldığı ama bir o kadar da korktuğu, ürktüğü duygu nedir sorusuna rahatlıkla "cinsellik" cevabını verebiliriz aslında.

Yine sebeplerine, neden niçinlerine -ayrı bir konu olacağı için- değinmeksizin diyebiliriz ki, çağlar boyunca dünyada genel olarak insan dişisi, yani kadınlar üzerinde bu baskı, sindirme, korkutulma, ayıplanma uygulanmış, cinsel hissiyatları kafese tıkılmış bu kadınlara rahatlıkla ulaşamayan erkekler de kendi elleriyle yarattıkları anlayış(sız)lıktan nasiplerini bolca almışlardır. Çağımızda dinsel / geleneksel yargılar azaltılsa bile, halen bu durum sürdürülmektedir.

İnsan icadı tüm geleneksel kalıplar, inançlar vs. cinselliğin olabildiğince çok çocuk üretmek, nesil devamı için yaşanmasını destekler ve işin özel zevklerinden mümkün olduğunca kaçınmayı emreder. Bunlar için sıkı kurallar vardır. En geleneksel olanı da ne kadar sağlıklı, hazır ve yaşı ileri olursa olsun, bir kişinin evlenmeksizin cinselliğini yaşamaması kuralıdır ve kadınlar üstünde sıkı işler, “bekaret tabusu” olarak adlandırılır. Bu kural çeşitli ülke, yöre ve bölgelerde eski önemini yitirmiş ama bu sefer de “Kendini sevdirmeksizin / sevmeksizin / ciddi ciddi bağlanmaksızın / koluna takıp ahaliye ilan etmeksizin asla ve katiyyen cinsel hayat yaşama!” kuralı gelmiştir, yaygın olarak işlemekte ve hayatının ideal ilişkisini henüz bulamayanları aylarca hatta yıllarca sürecek bir manastır yaşamına zorlamaktadır. Tabii ki yine kadınlara özellikle uygulandığını hatırlatalım bunun da…

Sonuçta kadına kafes, erkeğe daha fazla özgürlük anlayışının uygulanması, beraberce aynı eylemi yapan, yapma ihtiyacı hisseden bu iki cinsiyet arasında devasa uçurumlar doğurmuştur. Kadın, kendine dayatılan bu çarpık “cinselliksizlik” özelliğini basbayağı doğa kanunu gibi algılamakta, cinselliği kendi doğası gibi kabul etmiş erkek de, bu soğutulmuş dişisi ile ilişkiye girmeye çalışmaktadır. Böylesine dengesiz ve ters durumu başka bir canlıda gözlemek imkansızdır.

Sadede gelelim, kadın erkek ilişkisini bir binanın inşasına benzetirsek, temeli, ana noktası cinselliktir, ten uyumudur. Kafaların, hayat tarzlarının uyuşması, sevgi, bağlılık, çeşitli hislerde birlik, beraberlik vs. ise binanın katları, daireleridir. Sadakati de yağmur, güneş vs. dış etkenlerin yıpratmasından koruyan çatı gibi düşünelim… Katlar ve çatı olmaksızın bir evde, dairede yaşanamaz, oturulamaz ama temel hiç yoksa ya da sağlam değilse o bina er ya da geç tamamen çöker, içindekiler altında kalır. Özellikle cinselliğin yok sayılmaya çalışıldığı, ilişkide beşinci, onuncu sıralarda önem(siz)lik arzeden toplumlarda, kadın ve erkeklerin ilişki denen binanın altında kalmalarının ana sebebi bu olmaktadır.

Temeli sağlam tutarsanız, üstüne istediğiniz tarzda, modelde, süslülükte, görüntüde, renkte, vesairde  dekorasyonlar çekebilirsiniz. Yani öncelikle bu işin temeli olan cinsel uyum önemli ancak hep tersi yapılır maalesef. Önce işin pasta cilasına, ekonomik durumlarına, romantizmine, duygusal ve mantıksal uyumuna vesairine bakılır, cinsellik ise ya gerdeğe bırakılır ya da çiftlerde geleneksel anlayışa göre biraz daha modernlik varsa illa gerdek beklenmez ama sevgililiğin başladığı tarihten de bilmem kaç hafta, ay hatta bazen yıllar sonrasına atılır. Bir kumar oynanır, zar atılır ve çoğunlukla zarlar "yek" gelse bile buna kafa yorulmaz, cinselliğe “hayvansallık” algısı yerleştirilmiştir bir kere. İnsanın gözünden de kendisi bir hayvan türü olamaz, öyle ya, çok başka, doğadan ayrı, çok üstün bir varlıktır. Hele ki kadınlar, erkekten de “meleksi, ipeksi” canlılardır, onlar için cinsellik olmasa da olur. Kendilerinde var olanı baskılasınlar, cinsel enerjilerini analık duygusuna, yeme içme zevkine ya da alış verişe, gezip tozmaya, giyinip kuşanmaya kanalize etsinler istenir. Bunun sonucunda da sağlıklı kadınlar, kendilerine biçilmiş bu deli gömleğini üstlerine geçirip hayatları boyunca sıkıntı, gerginlik, erkek korkusu, cinsel kaygı ile yaşayıp giderler. Kadın ve erkekler, cinsel yönden tatminsiz ancak bir yandan da hayatın başka yönleri ile mutlu olmaya çabalarlarken, görünmez bir bataklığın üstünde ümitsizce durmaya çalışan insanlar gibilerdir. Zemin bozuktur, temel çürüktür bir kere; daha başka ne yaparsan yap, hepsi de muhteşem şeyler olsa bile bir süre sonra gömülüp gitmeye mahkumdur.


Sonuçta ilişki denen o bina, ağır çatısı ile çöker. Baskılar, etki – tepki kuralınca ters teper, gizli kapaklı, bol pişmanlıklı ve çift taraflı sadakatsizlikler peydah olur. Sağlam ev (ilişki), öncelikle sağlam temel (cinsel hayat, ten uyumu) demektir. Hayvanlık, maddiyatlık, edepsizlik, ahlaksızlık, şu bu, deyip geçmeyiniz. Zira “Türkan Şoray kanunları” ancak sinema perdesi üzerinde hoş duruyor. İnsan gerçekliğine uygulanmaya çalışıldıkça hata üstüne hata veriyor.