17 Şubat 2017 Cuma

Sosyal medyada taciz nedir?

Sosyal medyada taciz nedir?


Ülkemizde yaklaşık 10 yıllık geçmişi olan Feys ve ardından pıtrak gibi gelen diğer sosyal medya araçlarındaki bitmeyen sorunsalımız... Taciz derken, insanın insana cinsiyetten bağımsız değil, bir erkeğin kadına olan tacizinden bahsediyorum. Taassubun, ilişki(siz)liğin, kaç göçün, bacak arasındaki namusun köy, kasaba, büyük şehir demeden ufak tefek özgürlük alanları hariç, neredeyse aynı zihniyette yaşandığı caanım yurdumda elbet böyle bir "sanal alem" sorunumuz olacaktı.

Taciz, bir kişinin usturuplu, hakaretsiz, argosuz, küfür kıyametsiz tarzla sizin ahlak normlarınıza uymayan, kabul edemeyeceğiniz, kendinizce tiksindirici, aşağılık gördüğünüz bir şeyi size teklif etmesi, göstermesi vs. değildir. Taciz, karşınızdakine bundan ötürü rahatsız olduğunzu bildirdiğiniz halde, yapılan bir teklifi ret ettiğiniz halde devam varsa oluşur. Devamlılık halinde sanal alemde iş çok kolaydır, "engel" seçeneğine basılır, kişi teklifleriyle birlikte yok edilir. Bu kadar...

Tabii bu dediğim her iki taraf ta yetişkinse geçerli. Taraflardan biri 18 yaş altı ise, yetişkin bir kişinin 18 yaş altına kanunen uygun olmayan tekliflerde bulunması tacizden de öte, sapıklıktır ve engel basmaktan öte gerekli merciilere ihbar edilmelidir.

Yetişkin birisi, ortalama anlayıştan daha "marjinal" mahrem hayat yaşamak istiyor ve bunun teklifini yine bir başka yetişkine sunuyorsa, bu ne sapkınlıktır ne de tacizdir. İlla ki erkekten kadına gelmesi de gerekmez, kadından erkeğe de gelebilir, ya da aynı cinsten iki kişi arasında da olabilir. Burada üslup önemlidir, zira küfür ve hakaretle sözlere başlamak ya da tehdit etmek sanalda suç teşkil eder. Suçlar zaten yetkili merciilere bildirilmelidir.

Kişi dindar olabilir, mutaassıp olabilir, karşıt cinsle arasında kalın duvarlar olabilir, evlidir, ilişkisi vardır ihanet etmek istemez, bunlar kişinin tercihleridir, özgür toplumlarda saygı görür ama bu tarz duvarları olmayanları aşağılamak, gelen mesajı ifşa etmek bence ayıptır. Yeni dalga feminizmin bence yaptığı en büyük yanlışlardandır. “Yeni dalga” diyorum çünkü ben de kendimi feminist olarak tanımlarım ama feminist bir kişinin de bir erkekten gelebilecek ilişki, flört ya da salt cinsellik içeren mesajına ataerkil kalıpların biz kadınlara biçtiği gömleğin içindeymiş gibi tepki vermesi ters geliyor açıkçası. Kişinin arzusuna göre mesaja olumlu ya da olumsuz bir yanıt yazılır, eğer cevap ret ise ve karşıdaki bir cümle daha yazarsa uzatılmadan engellenir. Bunun için sinir harbi yapılmasına gerek yoktur. İki taraf ta yetişkindir, ne yaptığını bilir, özgürdür ve atacağı her adımın sorumluluğunu almıştır.

Bir kadın olarak kişiliğimin yanında “dişiliğim” olduğunu da biliyor ve kabul ediyorum. Bu dişilik öyle ya da böyle ilgi çekecektir ben yaşadıkça, kendime baktıkça ve sağlığım devam ettikçe. Birileri ilgilenecektir elbet. Bundan hiç utanmıyorum, utandıranlar ataerkil sistemin gardiyanlarıdır, bunlara uymuyorum. Özgür bir insan isem atacağım adımların da sorumluluğunu almışım demektir. Çeşitli şekillerde ilgisi olan ve bana bunu uygun sözlerle, mertçe,kıvırmadan beyan edenlere karşı –kendi medeni / ilişkisel durumuma göre- gerekli cevapları insanca verebilirim. Bu tarz mesajları aldım diye kadınlığım ya da insanlığım küçülmüyor, bilakis “hayatta” olduğumu hissediyorum.



Kadın da erkek te iki taraf ta birbirine her yönden lazım, küstürmeyelim birbirimizi şu kısacık hayatta…………Gelişip, büyüyelim, bu kadar……….














14 Şubat 2017 Salı

Aşkın temelindeki bariyer: "Şoray kanunları" ...

Bugün Sevgililer Günü… Pek çok yerde olan çiçekli böcekli, kalbi, ruhani hissiyatlar muhabbetine girmeyip, azcık Haydar Dümen tarzı birkaç söz söyleyeceğim izninizle:


Kadın - erkek (dişi - erkek) ilişkisi, doğada eşeyli çoğalan bütün türlerin, üremek amacı için bir araya geldikleri ilişki şeklidir. Biz insanlar, milyon yıllar içinde geçirdiğimiz evrimle diğerlerinden daha fazla zeka kazanıp, doğal gerçeklikleri kendi kafamıza göre yorumlamaya başlayınca, tüm hayatımız diğer canlılardan çok daha karmaşık bir hale geldi ve dolayısı ile üreme amaçlı bu ilişki de insan denen canlıya haddinden fazla gerginlikler, yükler bindirecek kadar karmaşıklaştı.

İlişkilerdeki bu kompleks yapının nedenleri niçinleri çok tartışmalıdır ve burada anlatmak uzun zaman alır, farklı bir tartışma konusu yapılmalıdır. Karmaşıklığın tüm sebeplerinden ziyade, işin cinsellik boyutunu ana hatları ile çizersek:


İnsan, karşıt cinsler arası ilişkisinde, cinsel eylemlerini yine kendisi tarafından baskılamış, kendi kurduğu din / inanç sistemlerince günah saymış, ayıplamış, yok gibi davranmaya çalışmış, bunu yaşarken de çok sıkı kurallara bağlamış ancak bir o kadar da bu eylemden diğer türlere göre çok daha fazla zevk alabilen, bunu da salt üreme amacı dışına taşıyabilmiş yegane canlıdır. İnsanın çok zevk aldığı ama bir o kadar da korktuğu, ürktüğü duygu nedir sorusuna rahatlıkla "cinsellik" cevabını verebiliriz aslında.

Yine sebeplerine, neden niçinlerine -ayrı bir konu olacağı için- değinmeksizin diyebiliriz ki, çağlar boyunca dünyada genel olarak insan dişisi, yani kadınlar üzerinde bu baskı, sindirme, korkutulma, ayıplanma uygulanmış, cinsel hissiyatları kafese tıkılmış bu kadınlara rahatlıkla ulaşamayan erkekler de kendi elleriyle yarattıkları anlayış(sız)lıktan nasiplerini bolca almışlardır. Çağımızda dinsel / geleneksel yargılar azaltılsa bile, halen bu durum sürdürülmektedir.

İnsan icadı tüm geleneksel kalıplar, inançlar vs. cinselliğin olabildiğince çok çocuk üretmek, nesil devamı için yaşanmasını destekler ve işin özel zevklerinden mümkün olduğunca kaçınmayı emreder. Bunlar için sıkı kurallar vardır. En geleneksel olanı da ne kadar sağlıklı, hazır ve yaşı ileri olursa olsun, bir kişinin evlenmeksizin cinselliğini yaşamaması kuralıdır ve kadınlar üstünde sıkı işler, “bekaret tabusu” olarak adlandırılır. Bu kural çeşitli ülke, yöre ve bölgelerde eski önemini yitirmiş ama bu sefer de “Kendini sevdirmeksizin / sevmeksizin / ciddi ciddi bağlanmaksızın / koluna takıp ahaliye ilan etmeksizin asla ve katiyyen cinsel hayat yaşama!” kuralı gelmiştir, yaygın olarak işlemekte ve hayatının ideal ilişkisini henüz bulamayanları aylarca hatta yıllarca sürecek bir manastır yaşamına zorlamaktadır. Tabii ki yine kadınlara özellikle uygulandığını hatırlatalım bunun da…

Sonuçta kadına kafes, erkeğe daha fazla özgürlük anlayışının uygulanması, beraberce aynı eylemi yapan, yapma ihtiyacı hisseden bu iki cinsiyet arasında devasa uçurumlar doğurmuştur. Kadın, kendine dayatılan bu çarpık “cinselliksizlik” özelliğini basbayağı doğa kanunu gibi algılamakta, cinselliği kendi doğası gibi kabul etmiş erkek de, bu soğutulmuş dişisi ile ilişkiye girmeye çalışmaktadır. Böylesine dengesiz ve ters durumu başka bir canlıda gözlemek imkansızdır.

Sadede gelelim, kadın erkek ilişkisini bir binanın inşasına benzetirsek, temeli, ana noktası cinselliktir, ten uyumudur. Kafaların, hayat tarzlarının uyuşması, sevgi, bağlılık, çeşitli hislerde birlik, beraberlik vs. ise binanın katları, daireleridir. Sadakati de yağmur, güneş vs. dış etkenlerin yıpratmasından koruyan çatı gibi düşünelim… Katlar ve çatı olmaksızın bir evde, dairede yaşanamaz, oturulamaz ama temel hiç yoksa ya da sağlam değilse o bina er ya da geç tamamen çöker, içindekiler altında kalır. Özellikle cinselliğin yok sayılmaya çalışıldığı, ilişkide beşinci, onuncu sıralarda önem(siz)lik arzeden toplumlarda, kadın ve erkeklerin ilişki denen binanın altında kalmalarının ana sebebi bu olmaktadır.

Temeli sağlam tutarsanız, üstüne istediğiniz tarzda, modelde, süslülükte, görüntüde, renkte, vesairde  dekorasyonlar çekebilirsiniz. Yani öncelikle bu işin temeli olan cinsel uyum önemli ancak hep tersi yapılır maalesef. Önce işin pasta cilasına, ekonomik durumlarına, romantizmine, duygusal ve mantıksal uyumuna vesairine bakılır, cinsellik ise ya gerdeğe bırakılır ya da çiftlerde geleneksel anlayışa göre biraz daha modernlik varsa illa gerdek beklenmez ama sevgililiğin başladığı tarihten de bilmem kaç hafta, ay hatta bazen yıllar sonrasına atılır. Bir kumar oynanır, zar atılır ve çoğunlukla zarlar "yek" gelse bile buna kafa yorulmaz, cinselliğe “hayvansallık” algısı yerleştirilmiştir bir kere. İnsanın gözünden de kendisi bir hayvan türü olamaz, öyle ya, çok başka, doğadan ayrı, çok üstün bir varlıktır. Hele ki kadınlar, erkekten de “meleksi, ipeksi” canlılardır, onlar için cinsellik olmasa da olur. Kendilerinde var olanı baskılasınlar, cinsel enerjilerini analık duygusuna, yeme içme zevkine ya da alış verişe, gezip tozmaya, giyinip kuşanmaya kanalize etsinler istenir. Bunun sonucunda da sağlıklı kadınlar, kendilerine biçilmiş bu deli gömleğini üstlerine geçirip hayatları boyunca sıkıntı, gerginlik, erkek korkusu, cinsel kaygı ile yaşayıp giderler. Kadın ve erkekler, cinsel yönden tatminsiz ancak bir yandan da hayatın başka yönleri ile mutlu olmaya çabalarlarken, görünmez bir bataklığın üstünde ümitsizce durmaya çalışan insanlar gibilerdir. Zemin bozuktur, temel çürüktür bir kere; daha başka ne yaparsan yap, hepsi de muhteşem şeyler olsa bile bir süre sonra gömülüp gitmeye mahkumdur.


Sonuçta ilişki denen o bina, ağır çatısı ile çöker. Baskılar, etki – tepki kuralınca ters teper, gizli kapaklı, bol pişmanlıklı ve çift taraflı sadakatsizlikler peydah olur. Sağlam ev (ilişki), öncelikle sağlam temel (cinsel hayat, ten uyumu) demektir. Hayvanlık, maddiyatlık, edepsizlik, ahlaksızlık, şu bu, deyip geçmeyiniz. Zira “Türkan Şoray kanunları” ancak sinema perdesi üzerinde hoş duruyor. İnsan gerçekliğine uygulanmaya çalışıldıkça hata üstüne hata veriyor.