Bir kişiye, bir şeye, sevgi ve
bağlılık hisleri sağlam değilse ve kaybetme endişesi varsa, bu hisler sıklıkla
ve olabildiğince üstüne basa basa, abartılı haliyle ortaya konur. Sürekli
çevreye duyurulmaya çalışılır. Tıpkı her an aklımızdan kaçacak, unutulabilecek
şeylerin sıklıkla tekrarlanarak ve başkalarına da “hatırlat bana” diye
tembihlenerek hatırlanmaya çalışılması gibi...
Bu "selfie" denen foto
çekme icadı, sanırım en çok garsonların işine yaramıştır. İnsanlar toplanıp bir
yere gidiyorlar, oturuyorlar, hadi bakalım foto çekilecek, gruptan olmayan biri
aranıyor, en iyi seçenek tabii ki masalara hizmet götüren garsonlar...
Adamların işleri başlarından aşkın zaten, bir de neredeyse her masadan gelen
foto taleplerine katlanıyorlar. Ama selfie çıktı, artık onlara dokunan yok,
rahat rahat kendi işlerine odaklanıyorlar.
Sahil yolunda yürürken, şiddetli
lodosun meydana getirdiklerine baktım: Koca koca taşlar, betonlar kopup
savrulmuş, banklar ve çöp tenekeleri devrilmiş, ağaçlar eğilmiş, asfalt
sökülmüş, denizin altı yolun üzerine gelmiş, sular basmış vs... Zenginlerin
toplanma yeri Büyük Klüp'ün iskelesi yer yer göçmüş.
Yani ne olursan ol, ister zengin
ister fakir, ister kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç, kendini ne kadar
yırtarsan yırt, hangi modern, geleneksel ya da dini kuralı dayatırsan dayat,
eninde sonunda ister istemez uyacağın tek yasa "doğa yasası"...
Fiziğin, kimyanın, biyolojinin, jeolojinin, astronominin, psikyatrinin vs.
bilim dallarının incelediği yasaların dışına çıkman mümkün değil.
Günümüz insanlarının zihinlerinin
her gün milyon tane bilgiyle yüklenip, uyarılmasından daha delirtici ne
olabilir? Bilgi gerekli ama son yıllarda dış dünyadan aldıklarımızın belki %
10'u bizim için gerekliyken, geri kalanı neredeyse çöp niteliğinde, internetin
sosyal ağlarından saniye saniye akıllı telefonlar aracılığıyla ve televizyonlar
gibi yaygın medyadan kitlelere bulaşıyor. Kim kiminle ne yaptı, nerede kimlerle
ne yedi içti, sevgilisiyle, çoluk çocuğuyla aşk meşk ve ebeveynlik durumları
nasıl, şu partinin bu üyesi ne dedi, hangi din adamı bugün ne zırvaladı, dış
kapının mandalında neler oluyor? Bile bile bu deliliğin içinde yuvarlanıp
gidiyoruz…
Her eski nesil yeni nesli
"Ah bizim zamanımızda böyle miydi ya" diye itham eder ya. Bizim
büyükler bizlere, bizler de kendi çoluk çocuğumuza uyguluyoruz bu kalıbı. Şimdi
bizim internet, Face görmeden öte aleme intikal etmiş büyüklerimiz ya da
hayattayken yaş sebebiyle nete girmemiş büyüklerimizin gençlik ve orta yaş
dönemlerinde bu internet, sosyal medya vs. icat olaydı, bu mecralarda bizlerden
farklı davranabilirler miydi? Hani onların nesilleri farklı (!) ya, ondan bu
merakım. Yoksa zor değişen kültür alt yapımız nedeniyle üç aşağı beş yukarı
aynı şekilde mi davranırlardı?
"Ormanlar kralı aslan"
derler... Aslanın krallıktan haberi var mıdır? Yoktur, umrunda değildir zaten.
O, yaşamanın, yiyeceğinin, ailesinin ve çoluk çocuğunun derdindedir, hepsi
bu... Fazlasında gözü yoktur, gerekeni için mücadele eder, o gücüne rağmen
fazlası için hiçbir canlıyı incitmez.
Peki insan denen canlı...
"Kral, başkan, paşa, prens" -kadın versiyonları için de kraliçe,
kontes, prenses, sultan- sıfatlarını devlet yönetme adına ya da bundan tamamen
bağımsız sadece özel hayatı adına aldı mı, kendine yakıştır(ıl)dı mı, dur durak
bilmez, kendi dahil her şeyi yer bitirir. Ego denen şey hiçbir zaman tatmin olmaz...
Olay hayatının monoton olup
olmaması değil, hayat zaten öyle ya da böyle kendini monotonluğa bağlar: Dünya
denen gezegendesin, gün 24 saat, haftada 7 gün, yılda 365 gün var. Yatıyor, kalkıyor,
gün içinde belli şeyler yapıyorsun. Yılın belli dönemlerinde de belli şeyler...
Olay şu aslında: Gönlündeki monotonluğu yaşıyor musun?
Tüm masaları tıklım tıklım dolu,
gürültülü ve üstelik bangır bangır müzikli kafe ve restoranlarda, metropol
insanı denen varlık beraberindeki arkadaş(lar)ıyla nasıl anlaşmaya çalışır?
Muhabbeti nasıl "sardırabilir"? Karşısındaki "özel" bir
kişiyse, nasıl romantik falan olabilir? Gerçekten hayret edilesi yaşıyoruz…