25 Kasım 2014 Salı

Fıtrata ters (!) kadınlar

Tarih sahnesinde “fıtratını” haddinden fazla aşmış (!) bağzı hanfendileri sunalım. Sadece Marie Curie teyzemiz ile sembolize edilen, “Ondan başka çığır açmış tek kadın yok” denilen bilim dünyasının hatun kişilerinden sadece üçü… Ki daha yüzlercesi bilim dünyasından gelip geçmiş, çoğunun buluşları erkek meslektaşları tarafından sahiplenilmiş. Onların zamanında sayın başbakanımız yoktu ki hepsine hadlerini bildirsin, di mi canım? Bu arada özellikle Hedy Lamarr olmak üzere hepsi fiziken güzel, evlenmiş, çocuk sahibi olmuş kadınlar. Yani “fıtrata ters” (!) şekilde kaba saba, çirkin, erkeksi, evde kalmış tiplerde tasvir edilen klasik tiplemelerden değiller.  Buyrun:



Ada Lovelace: Şair olan Lord Byron'un ve Anne Isabella Byon çiftinin meşru tek çocuğu olarak  10 Aralık 1815 de doğdu. Esas olarak Charles Babbage'in erken dönem mekanik genel amaçlı bilgisayarı Analitik Motoru üzerindeki çalışmaları ile bilinir. Motor hakkındaki notları, bir makine tarafından işlenmek üzere yazılan ilk algoritmayı içerir. Bundan dolayı genel kanıya göre dünyanın ilk bilgisayar programcısı olduğu kabul edilir. Evli ve üç çocuk annesidir aynı zamanda. Evde oturup çoluk çocuğunla ilgileneceğine, elinin hamuru ile ne diye erkek işine karışmış bilinmez tabii (!)






Hedy Lamarr: 9 kasım 1914’te doğdu. Sinemanın ilk çıplak güzeli. Zamanın en güzel yıldızlarından biri. Ama bu kadının başka bir özelliği daha var, bilime, matematiğe meraklı. Set dışındaki zamanlarını müzisyen bir arkadaşıyla bilimsel keşifler için geçiriyor ve "frekans atlamalı yayılı spektrum" denen bir teknolojiyi buluyor. ABD buluşla önce hiç ilgilenmiyor, süre iyice uzuyor ve buluşun patentini alamıyor. 1962'de ABD teknolojiyi ilk olarak füze krizinde kullanılıyor, üstüne yeni gelişmeler ekleniyor ve tabii başka "erkek" (!) bilim adamları tarafından sahipleniliyor. Günümüz GSM, GPS, Wi Fi teknolojilerinin temelini atmıştır. Beş kere evlenmiş. Bu güzellik, çekicilikle hangi erkeği elde edemez ki zaten? Marilyn Monroe gibi pırlantaları seveceğine tutup kalın çerçeveli gözlüklü bilim amcalarının işine karışmış, Allah akıl fikir versin (!)







Grace Hopper: 9 Aralık 1906’da doğdu. Amerikalı bilgisayar bilimcisi ve ABD donanmasında rütbeli askerdir. Harvard Mark I bilgisayarının ilk programcılarından biri olan Hopper, bilgisayar programlama dilleri için ilk derleyiciyi geliştirdi. İlk modern programlama dillerinden biri olan COBOL'un da geliştiricilerindendi. Bilgisayar dilinde "debugging" diye bilinen programı hatalardan temizleme konseptinin de ilk kullanıcılarındandı. Amerikan savaş gemisi USS Hopper (DDG-70) adını kendisinden almıştır. Evlenmiş, evliliği 15 yıl sürmüş ve boşanmış. Erkeklerle dolu donanmada bilgisayarlardan bir dünya kur kendine, bir de yetmedi üzerine "amiral" rütbesine kadar çık, hangi koca dayanır di mi efenim (!)




3 Kasım 2014 Pazartesi

Nereye gidiyon hemşerim?

Duyarlı ve çalışkan bir vatandaş olarak, bireysel bazda ülkeniz için elinizden gelen her şeyi yaptınız, emek verdiniz, okudunuz, entelektüel düzeyinizi artırdınız, tüm bilgi birikiminizi, ülkede yaşayan insanların "ortak bilinç düzeyini" yükseltmek için çeşitli şekillerde kullandınız ama önemli bir etki sağlayamadınız.  Devlet denen mekanizma da yozlaşma ve cehaleti önleyici eğitim ve bilinçlendirme politikalarını uygulamadı, bunun tersine, yozlaşmayı arttırmak için ne geliyorsa yaptı. Sonuçta, ülkeniz için hiçbir ümit ışığı göremediniz ve ileri düzeyde insan kalitesine sahip, gelişkin ülkelerden birine gittiniz, kabul...

Lakin o göç ettiğiniz "gelişkin" ülke neresidir? Bu önemlidir işte... Çünkü gelişkin ülkelerin yönetimlerinin çoğu sömürü sisteminin uygulayıcısıdırlar. Yani gelişme ümidi göremediğiniz kendi ülkenizin ve benzer ülkelerin iktidar ve muhalefet güçleriyle anlaşmış, buraları rahatlıkla sömürebilmek için sistematik şekilde kitleleri cahilleştirme, yobazlaştırma, yönlendirme ve uyutma politikaları güdüyor olabilirler. Buna “küresel emperyalizm” diyoruz. Sizin meydana getirdiğiniz o beyin göçü, emperyalizmin ekmeğine biraz daha yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor. Belki dar bir bakış açısıyla "Ohh ben kurtuldum, kalanlar düşünsün artık" diyor olabilirsiniz, lakin bu sadece ağacı görmektir, ormanı değil. Dünyayı toptan baz alırsak, cadı kazanına bir odun da ister istemez siz atmış oluyorsunuz. Bir yerlerde rahatsızlık varsa ve bu da durmadan besleniyorsa er ya da geç ucu size de dokunacaktır. Belki size şu an için bir şey olmaz ama bir ya da iki nesil sonrası, yani çocuk ve torunlarınız kendini terör ve kaos içinde bulabilir. En gelişkin ülke bile bundan nasibini alacaktır. Zaten gelecek zaman için de konuşmayalım, 2001’de yaşanan 11 Eylül İkiz Kule saldırısı buna bir örnek değil miydi? İki farklı olasılık vardı: 1. ABD sömürdüğü Ortadoğu halklarının iyice nefretini kazandı ve tepki çok büyük oldu, terör saldırısı ile New York’un göbeğinde binlerce insan öldü. 2. ABD Ortadoğu’da yeni bir operasyona zemin hazırlamak için işbirliği yaptığı terör örgütüne kendi vatandaşlarını katlettirdi.  Büyük küresel projelerin getirisi yanında binlerce vatandaşı gözden çıkarması işten bile değildi çünkü. Her iki halde de gelişkin lakin emperyalist bir ülkenin vatandaşlarının kaybı söz konusudur. Eğer “Benden sonrası tufan, çocuk ve torunlarımı da düşünecek halim yok” diyorsanız, zaten sizlere söylenecek hiçbir söz olamaz…


Bu konunun enine boyuna düşünülmesi gerekiyor. Çözüm, bireysel de olsa bu kaosa engel olmakta yatıyor. İlla ki bir yerlere gidilecekse eğer, en azından emperyalizmle arasına set çekmiş, coğrafi ve insani kaynaklarını sömürtmeden kalkınmasını ve demokratikleşmesini tamamlamış ülkeler olmalıdır. Emek değerlidir ve bu emeğin iyi ücret, rahat yaşam olanakları adına, dünyayı cadı kazanına döndüren ülkelerin yararına sunulmamalıdır diye düşünüyorum. Kısa vadede şu ya da bu gelişkin ülkeye göç etmenizin bir farkı olmayabilir, lakin uzun vadede dünyanın barışına katkı sağlanmış olur.