Televizyonlarda son sekiz, dokuz
yıldır öğleden sonraları yayınlanan evlilik programları hakkında herkes bir
şeyler söylemekte. Bu programları büyük zevkle izleyen kitleler olduğu kadar,
telefona sarılmış halde devamlı şekilde RTÜK denen kuruma şikayet edenler de az
değil. Şikayetler ve sıralanmış şikayet sebepleri medyada sık sık yer ediniyor.
Şahsen asla "ahlakçı"
olarak yaşamadım, daha doğrusu namus bekçiliği yapmadım. Orta yaşlarda ve artık
eski nesilden sayılırım. 20 ve 30’lu yaşlarını süren genç nesil ya da 40’larını
süren benim neslim bunları izliyor mu bilemiyorum ama yakın çevremden
gözlediğim bir şey var ki "kol kırılır yen içinde kalır" kültüründen
gelen ve o zarif eski İstanbul modasını, hal tavırlarını, terbiyesini yaşamış 65
yaş üzeri “saygın” insanlar, mahalle ve kahvehane ağzıyla konuşulan, herkesin
birbirine çemkirdiği, bağırıp çağırdığı, özel hayatlarından tüm detayları
ortaya saçtığı bu gibi programları ağızları açık ve bayılarak seyretmekteler. İnsanların
kendilerini milyonlara göstere göstere birtakım flört hareketlerinde bulunması,
evlilik için eş araması asla onlara anormal gelmemekte. İlginç gerçekten…
Bu insanlar sadece gözleri
televizyona sabitlenmiş, hipnotize olmuş şekilde, sessizce de izlemiyorlar,
eğer bunları aynı odada seyreden birden fazla kişi varsa eğer, ekrana
çıkanların kritiğini de yapıp, ne kadar “kötü” ya da “iyi” (!) insanlar olup
olmadıklarının da tartışmasını yapmaktalar. Hem de saatlerce… Bu programların
televizyonlarda başlama saati, art arda gelmesi ve akşam son bulması arasında
beş saat kadar bir süre var, dile kolay. Ekrandaki kişilerin varlıkları ve
şahsi sorunlarını sanki bire bir kendi sorunları gibi algılıyorlar. Ekrandaki
çirkef tutumlar asla onları rahatsız etmiyor. Zaman zaman etse de, kızsalar da
ertesi gün yine aynı şeyi kaldıkları yerden izlemeye devam ediyorlar. Ve bu
insanların zihinleri gayet açık, bunamamışlar, bedensel güçleri de oldukça
yerinde.
İşin içine sadece evlilik
programları değil, özellikle 2000 yılı sonrası başlayan “gözetleme kültürü” nü
kapsayan tüm programları ve yarışmaları da koyarsak, genel manzarayı tamamlamış
oluruz. BBG tarzı tüm yarışmalar, evlilik programları henüz devreye girmeden
önce yine öğleden sonra kuşağında yayınlannan “Kadının Sesi” tarzı programlar,
sabah yayınlanan ve cinayetleri çözme iddiası taşıyan program, son sekiz, dokuz
yıldır ABD orjinli programları ülkeye getirip, patlayan reytinglerle inanılmaz
servet yapmış bir yapımcının satın aldığı kanalda yayınlanan bütün yarışmalar –özellkle
Survivor- “bugün ne giysem” tarzı moda (!) programları, hepsi… Bunların bir
kısmı güya “sorun çözme” (!) iddiasını taşımış ama yıllar önce yayınlanan
“kadının sesi” programlarında birkaç kere stüdyo basıp, öldürme vakaları da
yaşanmıştır. Cinayetleri çözmek için polislik, dedektifliğe soyunmuş programda
ise çocuğunun kaybolduğunu, öldürüldüğünü iddia eden kimseler bir ay boyunca
programa çıkmış, sonunda öldürenin kendileri olduğu emniyet tarafından
saptanmıştır.
Bu türden yapımların ana noktası,
odağı özel hayatlardır. Kişiler ekrana çıkar, kendileri hakkında gerekli
gereksiz her türden bilgiyi verir, yetmez, ailesi ve çeşitli tanıdıkları ile
olan sorunlarını açık açık milyonların izlediği ekrandan duyurur, yaşanmış olan
her şey ortaya serilir hem de tek tek isim ve yer adları belirtilerek.
Stüdyodaki diğerleri, programa telefonla bağlananlar ve sunucu ile yer yer
şahsi saygı sınırlarını aşan, seviyesiz diyaloglar geçer. Ve tüm bunlar
“ulusal” olarak adlandırılan, şahıslar için değil, toplum yararına bilgi
vermesi, program yapması gereken kanallarda cereyan eder. Ahlakı, bireylerin
bacak arasındaki namusta arayanların oluşturduğu RTÜK adlı kurum da yıllardır
ekranda tüm bu olup bitenlere sessiz kalmaktadır. Her sansürü “aile yapısı ve
çocukların korunması” (!) adına yaptığını iddia eden bu kurum, aile denen
mevhumu açık açık yıkmaya çalışan bu tarz programlara dokunmaz.
On, on beş yılı aşkın bir
süredir, izleyiciler kendilerine verileni izlediği için mi yoksa zaten halkın
yapısında bunlar olduğu, bu türden yapımlara meyilli oldukları için mi bu
saçmalıklar, iki yüzlülükler devam etmektedir? Benim fikrim ikincisi yönünde…
Klasik Türk insanı kendi özel hayatında gizlilik ister ama aynı zamanda “elalem”
(!) diye adlandırdığı başkalarının hayatları, şahsiyetlerine ait ayrıntılar bir
şekilde ortaya saçılıp dökülsün ister ki, eş dost, konu komşu, akraba tanıdık
kim varsa bir araya gelip onu bunu çekiştirsin. Bu programlar geçmişten beri
var olan bu ikiyüzlü toplumsal özelliği kaşıdığı için eski nesilce de çok
tutuluyor. Eskinin küçük semt, mahalle kültüründeki "pencereden pencereye”
gözetleme ve dedikodu yapma olayı, artık nüfus artıp metropol yaşantısına
geçildiği için neredeyse bitme noktasına gelmiş, ancak halkın ortak zihinsel
kodlarına işlemiş olan bu sakat dürtüyü tatmin etme görevini de bu televizyon
programları almıştır. Acı ama gerçek…