5 Nisan 2016 Salı

Kanalizasyonla kaplı kanallar

Televizyonlarda son sekiz, dokuz yıldır öğleden sonraları yayınlanan evlilik programları hakkında herkes bir şeyler söylemekte. Bu programları büyük zevkle izleyen kitleler olduğu kadar, telefona sarılmış halde devamlı şekilde RTÜK denen kuruma şikayet edenler de az değil. Şikayetler ve sıralanmış şikayet sebepleri medyada sık sık yer ediniyor.


Şahsen asla "ahlakçı" olarak yaşamadım, daha doğrusu namus bekçiliği yapmadım. Orta yaşlarda ve artık eski nesilden sayılırım. 20 ve 30’lu yaşlarını süren genç nesil ya da 40’larını süren benim neslim bunları izliyor mu bilemiyorum ama yakın çevremden gözlediğim bir şey var ki "kol kırılır yen içinde kalır" kültüründen gelen ve o zarif eski İstanbul modasını, hal tavırlarını, terbiyesini yaşamış 65 yaş üzeri “saygın” insanlar, mahalle ve kahvehane ağzıyla konuşulan, herkesin birbirine çemkirdiği, bağırıp çağırdığı, özel hayatlarından tüm detayları ortaya saçtığı bu gibi programları ağızları açık ve bayılarak seyretmekteler. İnsanların kendilerini milyonlara göstere göstere birtakım flört hareketlerinde bulunması, evlilik için eş araması asla onlara anormal gelmemekte. İlginç gerçekten…

Bu insanlar sadece gözleri televizyona sabitlenmiş, hipnotize olmuş şekilde, sessizce de izlemiyorlar, eğer bunları aynı odada seyreden birden fazla kişi varsa eğer, ekrana çıkanların kritiğini de yapıp, ne kadar “kötü” ya da “iyi” (!) insanlar olup olmadıklarının da tartışmasını yapmaktalar. Hem de saatlerce… Bu programların televizyonlarda başlama saati, art arda gelmesi ve akşam son bulması arasında beş saat kadar bir süre var, dile kolay. Ekrandaki kişilerin varlıkları ve şahsi sorunlarını sanki bire bir kendi sorunları gibi algılıyorlar. Ekrandaki çirkef tutumlar asla onları rahatsız etmiyor. Zaman zaman etse de, kızsalar da ertesi gün yine aynı şeyi kaldıkları yerden izlemeye devam ediyorlar. Ve bu insanların zihinleri gayet açık, bunamamışlar, bedensel güçleri de oldukça yerinde.

İşin içine sadece evlilik programları değil, özellikle 2000 yılı sonrası başlayan “gözetleme kültürü” nü kapsayan tüm programları ve yarışmaları da koyarsak, genel manzarayı tamamlamış oluruz. BBG tarzı tüm yarışmalar, evlilik programları henüz devreye girmeden önce yine öğleden sonra kuşağında yayınlannan “Kadının Sesi” tarzı programlar, sabah yayınlanan ve cinayetleri çözme iddiası taşıyan program, son sekiz, dokuz yıldır ABD orjinli programları ülkeye getirip, patlayan reytinglerle inanılmaz servet yapmış bir yapımcının satın aldığı kanalda yayınlanan bütün yarışmalar –özellkle Survivor- “bugün ne giysem” tarzı moda (!) programları, hepsi… Bunların bir kısmı güya “sorun çözme” (!) iddiasını taşımış ama yıllar önce yayınlanan “kadının sesi” programlarında birkaç kere stüdyo basıp, öldürme vakaları da yaşanmıştır. Cinayetleri çözmek için polislik, dedektifliğe soyunmuş programda ise çocuğunun kaybolduğunu, öldürüldüğünü iddia eden kimseler bir ay boyunca programa çıkmış, sonunda öldürenin kendileri olduğu emniyet tarafından saptanmıştır.

Bu türden yapımların ana noktası, odağı özel hayatlardır. Kişiler ekrana çıkar, kendileri hakkında gerekli gereksiz her türden bilgiyi verir, yetmez, ailesi ve çeşitli tanıdıkları ile olan sorunlarını açık açık milyonların izlediği ekrandan duyurur, yaşanmış olan her şey ortaya serilir hem de tek tek isim ve yer adları belirtilerek. Stüdyodaki diğerleri, programa telefonla bağlananlar ve sunucu ile yer yer şahsi saygı sınırlarını aşan, seviyesiz diyaloglar geçer. Ve tüm bunlar “ulusal” olarak adlandırılan, şahıslar için değil, toplum yararına bilgi vermesi, program yapması gereken kanallarda cereyan eder. Ahlakı, bireylerin bacak arasındaki namusta arayanların oluşturduğu RTÜK adlı kurum da yıllardır ekranda tüm bu olup bitenlere sessiz kalmaktadır. Her sansürü “aile yapısı ve çocukların korunması” (!) adına yaptığını iddia eden bu kurum, aile denen mevhumu açık açık yıkmaya çalışan bu tarz programlara dokunmaz.



On, on beş yılı aşkın bir süredir, izleyiciler kendilerine verileni izlediği için mi yoksa zaten halkın yapısında bunlar olduğu, bu türden yapımlara meyilli oldukları için mi bu saçmalıklar, iki yüzlülükler devam etmektedir? Benim fikrim ikincisi yönünde… Klasik Türk insanı kendi özel hayatında gizlilik ister ama aynı zamanda “elalem” (!) diye adlandırdığı başkalarının hayatları, şahsiyetlerine ait ayrıntılar bir şekilde ortaya saçılıp dökülsün ister ki, eş dost, konu komşu, akraba tanıdık kim varsa bir araya gelip onu bunu çekiştirsin. Bu programlar geçmişten beri var olan bu ikiyüzlü toplumsal özelliği kaşıdığı için eski nesilce de çok tutuluyor. Eskinin küçük semt, mahalle kültüründeki "pencereden pencereye” gözetleme ve dedikodu yapma olayı, artık nüfus artıp metropol yaşantısına geçildiği için neredeyse bitme noktasına gelmiş, ancak halkın ortak zihinsel kodlarına işlemiş olan bu sakat dürtüyü tatmin etme görevini de bu televizyon programları almıştır.  Acı ama gerçek…