Yine bir bayramı daha geride
bıraktık. Facebook gibi sosyal medya araçları baştan sona, basmakalıp “İyi
bayramlar” dilekleriyle doldu taştı. Tabii aralarda kaynayan bazı “farklı
tonlarda” mesajları es geçmeyelim ancak istisnalar kaideyi bozmaz. Telefonlara
birbiri ardınca “ortak mesajlar” geçildi. Özel olarak arayanları ya da mesaj
atanları unutmayalım, lakin bunlar da istisna tabii. Bu arada geride kalan
bayramın Kurban Bayramı olmasından dolayı çıkan tartışmaları bir kenara
koyalım, ayrı bir yazı konusu olacak nitelikte çünkü…
Eğer ömür yetecekse daha önümüzde
sürüsüne bereket dini ve milli bayram, bunların peşi sıra getirdiği tatiller,
yılbaşları, analar babalar ve sevgililer günleri var. Hatta bunlara azıcık
nefes alınan –esasında alındığı sanılan- hafta sonlarını ve kişilere özel doğum
günleri ve yıldönümlerini de ekleyin. İnsan yapımı zaman dilimlerinden oluşan
takvimin üzerinde işaretlenmiş yine insan yapımı kutlama günleri hayat boyu dönüp
durmakta. Refleks halinde kutladığımız bu döngülerden oluşan hayatı, sanki
sürekli değişik bir şeyler oluyormuş gibi yaşıyoruz. Hayat ölüme kadar yaşanan
bir "dejavu" halinden başka bir şey değil aslında.
Dünyanın kendi çevresindeki ve Güneş
çevresindeki dönüşlerine göre dilimlendirilmiş zaman, düşünebilen bir varlık
olan insanoğlu için en büyük kısıt, benzer şeylerin sürekli tekrar halinde
yaşandığı bir hapishane. Ölüme kadar yaşamaya mecbur bir kısır döngü… Bunun
kırılabildiği bir “paralel evren” keşfedilmediği takdirde, insan sürekli farklı
şeyler yaşadığı hissiyatı ile kendi kendini avutmaya devam edecek.